Haraç ve Cizye Kimden Alınır? Tarihsel Adaletin Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Yeniden Okunması
Toplumsal konulara duyarlı biri olarak her zaman şunu düşündüm: Tarihte yer alan kavramları sadece “geçmişte kalmış uygulamalar” olarak görmek, bugünün adalet anlayışını eksik bırakıyor olabilir mi? “Haraç” ve “cizye” kavramları da bunlardan biri. Genellikle İslam hukukunun ekonomik düzenlemeleri olarak ele alınan bu iki vergi türü, aslında bir toplumun kimleri “merkezde” kimleri “çeperde” konumlandırdığını anlamamız açısından da oldukça anlamlıdır. Bu yazıda, tarihsel bağlamın ötesine geçerek bu kavramları toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet ekseninde yeniden düşünmeye davet ediyorum.
Haraç ve Cizye: Tarihsel Temeller ve Anlamı
İslam tarihinde haraç, fethedilen toprakların gayrimüslim sahiplerinden alınan bir tür toprak vergisiydi. Cizye ise, Müslüman olmayan erkeklerden – özellikle yetişkin ve gelir sahibi olanlardan – alınan bir güvenlik ve vatandaşlık vergisiydi. Bu uygulamaların amacı, Müslüman devletin gayrimüslim tebaasına karşı hem koruma hem de düzen sağlama işlevi görmesiydi. Ancak dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardı: Cizye kadınlardan, çocuklardan, yaşlılardan, engellilerden veya ekonomik gücü olmayanlardan alınmazdı.
Bu yönüyle bakıldığında, o dönemin koşullarında bu vergi türleri “adalet” anlayışı çerçevesinde düzenlenmişti. Fakat bugünün perspektifinden bakarsak, bu sistemin “erkek merkezli” bir toplumsal yapı üzerine kurulduğu da açıkça görülüyor.
Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Yeniden Değerlendirme
Kadınların ekonomik ve toplumsal hayattaki rollerinin sınırlı olduğu bir dönemde, cizye vergisinin sadece erkeklerden alınması doğal kabul edilmişti. Ancak bu, kadının kamusal sorumluluklardan muaf tutulduğu kadar, karar mekanizmalarından da dışlandığı anlamına geliyordu. Yani kadının “vergiden muafiyeti” aynı zamanda söz hakkından mahrumiyetini de beraberinde getiriyordu.
Bugün toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden baktığımızda, bu durumun simgesel bir anlam taşıdığı söylenebilir: Kadınlar tarihin birçok döneminde korunan ama temsil edilmeyen taraf olmuşlardır. Erkekler ise, ekonomik yükümlülüklerin yanı sıra karar ve otorite alanlarında da belirleyici konumda bulunmuşlardır. Bu da, adalet kavramının sadece vergi değil, eşit katılım ve temsiliyet boyutuyla da yeniden düşünülmesi gerektiğini gösterir.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Bağlamında Bir Yorum
Haraç ve cizye, o dönemde farklı inanç ve kimlik gruplarını bir arada tutan bir sosyal düzen mekanizmasıydı. Ancak çeşitlilik, sadece farklı kimliklerin varlığı değil, aynı zamanda bu kimliklerin eşit koşullarda yaşam hakkına sahip olması anlamına gelir. Günümüz dünyasında, bu kavramları “vergi” bağlamından çıkarıp eşit fırsat ve adil kaynak paylaşımı bağlamında yeniden okumak gerekir.
Sosyal adalet, kimden ne kadar alındığı kadar, kime ne kadar alan tanındığıyla da ilgilidir. Cizye örneğinde olduğu gibi, ekonomik yükümlülüklerin “güç” kavramıyla ilişkilendirilmesi, modern dünyada hâlâ karşımıza çıkar. Bugün bile ekonomik karar mekanizmalarında kadınların az temsil edilmesi, gelir adaletsizliği ve toplumsal rollerin dengesiz dağılımı, tarihsel bu ayrışmanın yankılarını taşır.
Empatiyle Yeniden Düşünmek: Tarih Değil, Ders
Belki de mesele, “haraç ve cizye adil miydi?” sorusundan çok, “adaleti kimin tanımladığı” sorusunu sormaktır. Kadınların tarih boyunca empati ve toplumsal dengeyi merkeze alan yaklaşımları, bu tür ekonomik ve sosyal sistemlerin yeniden değerlendirilmesinde önemli bir anahtar olabilir. Erkeklerin analitik ve çözüm odaklı bakış açısı ise, bu sistemlerin daha eşitlikçi bir şekilde yeniden tasarlanmasına katkı sağlayabilir.
Bu iki yaklaşım birleştiğinde, sadece geçmişi anlamakla kalmayıp, geleceğin adil toplum modellerini de inşa edebiliriz. Tarihi sistemleri eleştirirken onları yargılamak yerine anlamak; anlamaya çalışırken de bugünün toplumsal sorumluluğunu unutmamak gerekir.
Okura Soru: Peki Sizce Adalet Kime Göre, Nasıl Tanımlanmalı?
Bugün eğer bir toplulukta eşitlik, saygı ve dayanışma varsa; o topluluk, tarihsel ayrışmalardan ders almayı başarmış demektir. Sizce toplumsal adalet, geçmişin mirasını bugünün değerleriyle nasıl dengeleyebiliriz? Kadınların ve erkeklerin farklı ama tamamlayıcı yaklaşımları, daha adil bir sistemin temeli olabilir mi?
Tartışmayı başlatalım. Çünkü belki de adalet, konuşuldukça değil, birlikte yeniden tanımlandıkça gerçek olur.